Türkiye Kuşbaşı Sevenler Derneği, Türkiye Sereno fil (ötücü kuşlar) Derneği, Türkiye Filatelistler (pul koleksiyoncuları) Derneği, Türkiye Sigarayı Bırakanlar Derneği, Türkiye Hayvan Severler Derneği, Türkiye Yardım Severler Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği, Tuncelililer Derneği, Sivaslılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Türkiye Yayıncılar Birliği, TODER, SODER, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu gibi, herhangi bir sokakta tabelasını gördüğümüz, bazılarımızın üyesi olduğumuz ve aidat ödediğimiz birçok dernek, sendika, birli k vb. var. Sosyal ve kültürel hayatın örgütlenmesi, "örgütlü sivil toplum"un gereği olarak kabul edilen pek çok örgütün yanı sıra, siyasal hayata doğrudan katılmamız ve ekonomik haklarımızı elde etmemiz için kurulmuş bir çok siyasal parti ve sendika da var.
Bu örgütlerin bir kısmı sosyal hayata "renk katmak" için oluşturulan yapılar. Ama bir kısmı da devlete karşı , halkın çeşitli tabakalarının haklarını korumak üzere kurulmuş oldukları kabul edilen örgütler. Bu örgütler sahiden tabelalarında, programlarında belirttikleri amaca uygun davranabiliyorlar mı? Yoksa bütün bu örgütler, bir 'demokrasi var' görüntüsü elde etmek için yaratılmış ya da izin verilmiş örgütler midir? Bu sorular, Türkiye'de son günlerde toplumun hemen bütün kesimlerince yeniden ve daha şiddetli bir şekilde sorulmaya başlandı.
Daha önce birçok aydının, gazetecinin cenaze törenlerinde bir araya gelen yüzbinlerce insan; Sivas'ta otuz yedi insanın yakılarak katledilmesinden sonra yine cenaze törenlerinde bir araya geldiklerinde, bütün miting kortejlerinde bu sorular hem bir yakınma, hem de acilen yanıtın bulunması gerekliliği ile gündeme geldi .
Yüzbinlerce insanın kol kola yürüdükleri cenaze korteji, izleyenlere parçalanmış büyük bir ailenin bireylerinin bir cenaze merasiminde yeniden bir ' araya gelmelerini çağrıştıracak sahneler yaşatıyordu:
"Merhaba nasılsın?" sorusundan sonra "en son Uğur Mumcu'nun cenazesinde karşılaşmıştık. O günden beri de görüşemedik" sözleriyle devam ediyor ve asıl sorular soruluyordu: "Nedir bu halimiz? Daha ne kadar devam edecek?" "Vallahi bilmiyorum. Ama bu örgütsüzlük sürdükçe..."
Evet, Sivas katliamı bir kez daha, tüm toplumu etkileyecek büyük olaylar karşısında yaşanagelen tepkisizliğe karşı "yakınmaları" gündeme getirdi.
Oysa Sivas'ta katledilen aydınların cenazesine katılan insanların neredeyse yüzde doksanının bir örgütle ilişkisi vardı. Peki ama nasıl oluyordu da, böylesine can alıcı bir nedenden ötürü bir araya gelen ve büyük çoğunluğunun bir örgütün üyesi olduğu bir toplulukta örgütsüzlük konuşuluyordu?
Bu soruya belki de ilk yanıtı, Sivas katliamından sonra gazetelerde yer alan kınama ve lanetleme ilanları veriyordu . Yüzbinlerce üyesi olan partiler, sendikalar Sivas katliamına bir örgüt tepkisi göstermiyor olmayı gazetelere verdikleri ilanlarla kapatma yoluna gidiyorlardı. Oysa aynı günlerde dinci-faşist örgütler Türkiye'nin her yanında inançlarının gereğini yerine getirmek üzere camilerde toplanan kalabalıkları,farklı bir tarzda örgütleme uğraşlarını sürdürüyorlardı.
Ve bu uğraşlar sonunda Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlar buralarda planlanıp uygulamaya koyulabiliyordu. Evet, bu, bir türden örgütlenmeydi. Ve yaptığı işlere bakıldığında, bir başka toplumsal yapı oluşturmanın gereklerinin yapıldığı apaçık görülmekteydi.
SUÇLUYU GÖREVE ÇAÖIRMAK
Sivas katliamı daha ilk bakışta devletin desteklediği bir katliam olduğunu bütün açıklığıyla herkese anlatıyordu . Cumhurbaşkanından, belediye meclisi üyesine, emniyet amirinden, tugay komutanına kadar bütün devlet yetkilileri bu katliamda bir görev üstlenmişlerdi . Ama hemen herkes, devletin bu işin hesabını sorması, suçluları yakalaması konusunda ısrar ediyordu. Aydınlar devleti göreve çağırıyorlardı. Çünkü onlara göre halk, "duyarsız ve aptal"dı. Ancak, kendilerinin de bir güvenceye şiddetle ihtiyacı vardı. Oysa üyeleri öldürülmüş Türkiye Yazarlar Sendikası'nın kilidi, katliamdan üç gün sonra halk tarafından zorla açılmıştı.
Sendikaların, işçi sınıfını, siyasi bir tavır belirlemesine vesile olabilecek bütün olaylardan uzak tutmak için buldukları gerekçe, bu kez de tekrarlanıyordu: "İşçi sınıfının politik yanı böylesi olaylara karşı sağlıklı davranabilecek kadar gelişmemiştir."
Ne var ki; on binlerce işçi, sendikasının engeline karşın antifaşist gösteriye dönüşen cenaze töreninde yer almakla buna yanıt veriyordu.
Sosyal demokrat sıfatıyla örgütlenmiş olan partilere, Sivas katliamında yanmış ve kendileri için aslında bir oy propagandasından başka bir ifadesi olmayan cesetlerden yararlanarak bile, insanları bir araya getirebilecek başarıyı gösteremiyorlardı. Onların da gerekçeleri vardı: "Tabanlarıyla yeterince diyalog kuramamak." Bunu ikna edici bulmayanlara ise verilecek başka hazır bir yanıtları vardı : "Eee n'apalım, biz çağırdık ama onlar gelmedi."
Oysa Sivas olaylarından sonra, yapılan soruşturmalara yanıt veren işçi ve emekçiler, içinde bulundukları sorunu yine kendileri adlandırıyorlardı: "Bu bir tepkisizlik ya da duyarsızlık değil. Bu, örgütsüzlük."
İŞ VE ÖRGÜT
TABELA VE PANKART
Ünlü bir bilim adamı, " bir gazetenin manşeti, bir derginin kapağı, bir televizyon programı 'örgüt'tür. Çünkü bütün bunlar, bir iştir ve topluma, bu işi yapanların, ona sermaye ve güç koyanların ideolojisini taşımaktadır" diyor. Uzu n yıllardır, gazete manşetlerinde TV programlarında, radyo haberlerinde kötülenen örgütlenme, birçok örgütün "denetlenemez" hale gelip kapanmasından sonra başlamıştı. Ve bütün bunlar aynı anlayış doğrultusunda başka örgütlenmeler de yaratmıştı. İşçi ve emekçilerin haklarını savunan örgütlerin kötülenmesi, bu örgütlenmelerin bir daha olmaması için yeni örgütlen meler yaratmışlardı. Bugün bu örgütler katliamlar gerçekleştirmek gibi işler yapıyorlar.
SAGDA, İŞLEYEN ÖRGÜT.
"SOL"DA, TABELA .
Bir yanda, kitlelerin çıkarlarını savunduğunu, onları örgütlediğini iddia eden "kitle örgütleri" ve "siyasi parti"ler var, öte yanda da örgütsüz olduklarından yakınan işçi ve emekçi yığınları. Bu çelişkinin açıkça gözlendiği siyasi nokta, "sol" ve "Sosyalist" yelpaze olmakta.
Öte yandan, vakıf, parti, dernek, tarikat türünden dinci faşist örgütlerin, sadece kendi üyelerini değil, daha geniş bir kesimi katliamlara alet edecek kadar geniş boyutlu eylemlere çekebilecek oranda güç toplamış olması, bugün bir kesimin kendini örgütsüz ve zayıf hissedeceği düzeyde bu gücü kullanıyor olması; içinde yaşamakta olduğumuz durumun iki ayrı ucunu, çelişki noktalarını oluşturuyor.
İÇİ BOŞALMIŞ ÖRGÜTLER
Bugün bütün kapitalist ülkeler için, birçok örgütün devlete karşı toplumu savunmak, emekçi sınıfların hak ve çıkarlarına yönelecek saldırıları bu örgütler aracılığıyla göğüsleyebileceği görüntüsünü yaratmak büyük bir önem taşıyor. Herkes her an, istediği adla bir örgüt kurabilir.
Yeni dünya düzeninin yaratmak istediği imajlar toplumu, büyük oranda bu özgürlük görüntüsü altında gelişiyor. Kendi yaratmak istediği özgürlük imajına uygun çalışacağını bildiği, denetlenebilirliğine inandığı her türlü örgütlenme, bu "özgürlük örgütlenmesi"nin garantisi oluyor.
Kurulacak örgütün tebelasına "komünist" ya da "Kürt", "işçi" ya da "memur" ön adlarıyla başlayan ünvanlar yazabilirler. Bunlara artık hiçbir kapitalist devlet sakıncayla bakmıyor. Ancak, bu tebeladaki Unvana yaraşır bir iş yapmak ya da yapmamak noktasına gelindiğinde durum tamamen değişiyor .
Bugün birçok Avrupa ülkesinin devlet başkanı demokrasilerini anlatırken, bütçeden komünist partilerine ayırdıkları ödeneği birinci sırada söylüyor. "Sosyalist Parti "lere, "Komünist Parti"lere devlet bütçesinden verilen paranın miktarı, o partinin, o ülkede sosyalizmi kurması için mi, yoksa o partinin sosyalizmin nasıl gelmeyeceği yolunda verdiği çabaya göre mi ayarlandığı, örgütlenmek isteyenler için anlamlı bir soru olma özelliğini koruyor.
Dinci, gerici ve faşist örgütlenmelerin işlevi ile sol ve sosyalist yelpazede görülen örgütlerin, barış ve demokrasi güçleri diye tanımlanan örgütlerin işlevsizliğine ilişkin soru sorduğumuz bu çevrelerin çoğu, "Sovyetler Birliği'ndeki yenilgi'', "sosyalizmin itibar kaybetmesi", "bir türlü bir araya gelememenin sıkıntısı '', diyorlar. İşçi ve emekçilerin, karşı karşıya kaldığı ve çözmesi gereken sorunların, bu çevrelerce bir iş ve örgütlenme derdi yaratıp yaratmadığını, bunlara ilişkin politikalar üretmek gibi bir kaygının olup olmadığı, "sol" ve "sosyalist" olarak bilinen çevrelerin sözlerinde değil de, "örgütsüzlük" diyenlerin bakışlarında ortaya çıkıyor.
Örneğin, "muhalefet partisi" sosyal demokrat CHP, örgütsüzlüğü 12 Eylül'ün "tahribatı" ile açıklarken; TDKP, mevcut örgütlerin düzen içi ideoloji ve politikalara bağlanmış olmasını bu örgütlerin işlevsizliğinin başlıca nedeni olarak ileri sürüyor ve bu örgütlerin işlev kazanmasının , emekçi yığın örgütlerinin sınıf partisinin, devrimci komünist partinin politik mücadele çizgisine çekilmesiyle mümkün olduğunu savunuyor.
Evet işçi ve emekçiler, her fırsatta mücadele içinde buluşacakları bir örgüt arıyor. "Sivas olaylarında, en çok adı geçen çevrelerden birisi Aydınlık ve İşçi Partisi çevresiydi. İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek partisini, "işçi sınıfının genelkurmay"ı olarak tanımlıyor. Ancak emekçiler, Türk-İş'in gündemine ellerinden alınmakta olan hakları için sokağa çıkmayı dayattığı, Türk-İş merkezinde sarsıntılar yarattığı bir dönemde, Salman Rüşdü'yü bir özgürlük sorunu olarak gündemlerinin birinci maddesine koyuveriyor.
Kürt ulusal mücadelesi ve işçi sınıfı bugün, tabelaların aksine politikalar üreten örgütlülüğü dayatıyor. Var olan tabela örgütlerinin ufkunu sorguluyor. Yeni dünya düzeninin, kendi geleceklerini kurmak için kullanacağı değerleri kullanmalarına tahammül göstermiyor artık.
İşçi sınıfının Türk-İş'i, uzlaşmacı politikaları doğrultusunda sıkıştırdığı günlerde, Türk-İş parti kurma projesi üzerinde çalışıyor. Var olan ve yıpranmış düzen partilerinin işçi sınıfında uyandırdığı örgüt isteğini, "yeni" bir partiyle giderme yolları arıyorlar.
Sivas'ta katledilenleri , mezarlığa götürmek için yürüyüş koluna girmiş yüzbinlerce insanın, çekilmiş toplu fotoğraflarında, kınayan ve lanetleyen, hesap sorulmasını talep eden pankartların, dövizlerin yanı sıra, bir çok örgütün adını taşıyan pankartlar da yer alıyor. Ve kalabalık o pankartların önemli bir kısmına önemsemezlik ve güvensizlikle bakıyor. Ve "örgüt", ama düzene bağlanmamış, yığınların istemleri doğrultusunda eyleme geçebilecek bir örgüt demeye devam ediyor.
GERÇEK 1993 / 18
Her gün örgütlü, her gün hazır
Sivas kurbanları için düzenlenen iki büyük cenaze törenine, yarım milyondan fazla insan katıldığı tahmin ediliyor. Kitle gösterilerinde sayı tahmin etmede uzman olanların verdiği sayılar, üç aşağı beş yukarı böyle.
Her iki yürüyüşte de, içten gelen ve herkesi sarıp sarmalayan bir dayanışma duygusuyla kolkola girerek, büyük bir öfkeyle, hesap sorma andıyla yürüyen bu insanlarla birlikteydim. Hep aynı soruyu sordum: Yarın ne yapacaksınız? Nerede tekrar bir araya geleceksiniz? Bu öfkeyi ve hesap sorma andınızı hatırlamak, komşunuzla, arkadaşınızla, tekrar kolkola girmek için yeni bir katliamı mı bekleyeceksiniz?
Pir Sultan anıtını boynuna ip bağlayıp sokaklarda sürükleyenler, Kangal Köpeği heykelinin gözlerini tornavidayla oyanlar, Madımak Oteli'ni yakanlar, o gün de, ondan sonraki günde de 'beş kez bir araya gelmişler, o cuma ve her cuma, daha büyük kalabalıklar halinde, kendilerini herhangi bir dernekten, bir siyasi partiden çok daha büyük bir güçle ve inatla örgütleyen birlikteliği defalarca yaşamışlardı. On binlerce Kur'an kursuyla, vakfı, yurdu, tarikatıyla ve bunlara milyarlar akıtan finans kurumlarıyla, koruyan- kollayan, sırtını pışpışlayan devletle, her gün ilmik ilmik örülen ve genişleyen bir ağdı bu. Her bir ilmiğinde, çocuklarına onlarca milyarlık düğünler yapabilenlerin banka, makina, toprak mülkiyetini, silah ve siyaset tekelini ellerinde tutanların izi ve damgası bulunan bir ağ...
Siz, yeniden hangi zamanda, hangi yerde bir araya gelecek, neyi konuşacak neyi elde etmek ve neyi yaratmak için el birliği yapacaksınız? Ölülerinize ağlamaktan, nefretle haykırıp yumruk sallamaktan öteye geçmek için ne yapacaksınız? Mahallenizdeki küçük kültür, dayanışma, güzelleştirme derneklerinin kapısından ayda bir geçip gideceksiniz . Zibidi sosyal demokrat partilerin seçim günü gelip kapınızı çalmasını bekleyeceksiniz, sendikalarınızdan üç kuruş fazla ücret koparmak için gönülsüz gönülsüz patronunuzla konuşmasından fazla bir şey istemeyeceksiniz, sonra...
Sonra yeni bir cenaze töreninde, git gide bundan da usanarak bir araya geleceksiniz.
Gündelik hayatın her zerresinde kendisini duyuran, canlı, sahici ve kalıcı ihtiyaçlara cevap veren yaygın örgüt biçimleri yaratmadıkça, kendisini hayatın kendisiymiş gibi dayatan örgütlenme biçimleriyle savaşılamayacaktır. Ama bunun vazgeçilmez, göz ardı edilemez çok önemli bir koşulu vardır: Karanlık katliam güçleri, tek bir sınıfın ekseninde ve denetiminde örgütleniyor . Burjuvazinin uluslararası çaptaki örgütlülüğünün bir devamı, uluslararası tekeller zincirinin en dibinde, bu yapıyı ayakta tutan temel taşları olarak duran bu örgütlere karşı, yalnızca işçi sınıfının politik örgütünün ekseninde, onun sosyalizm davasının temelde durduğu bir anlayışla yaratılacak her türden halk örgütüyle savaşılabilir. Her biri, kendisine sahiden ihtiyaç duyulan, olmadıkları zaman gündelik hayatın bir yanının eksik kalacağını hisettiğimiz örgütler... Örgütçünün cevabını aramak zorunda olduğu soru budur.
Aydın Çubukçu
Öyle de örgüt, böyle de örgüt
Münir Bayramoğlu. (Toplumbilim Uzmanı):
Diş hekiminin bekleme salonunda, Aktüel dergisinin kapağındaki spot yazıyı görünce, GERÇEK'ten arayan arkadaşımın sorusu geldi aklıma. Aktüel dergisinin (29 temmuz-4 Ağustos) kapağında iki -sahiden güzel- kadının arasında duran bir erkek fotoğrafının üstüne, şampanya rengi harflerle ."Toplu Seks Örgütüne Üyeydim!" spotu atılmıştı. Haber, pezevenkliğini Ali Adnan Talu adında birisinin yaptığı "Family House Club"la ilgiliydi. Eski üyelerden birisi bu örgüt hakkında itiraflarda bulunuyordu.
İşte size örgüt. Burjuvazinin, kendi yaşam tarzı içinde son derece işlevi olan bir örgüt üstelik.
Bazı "sosyalist" ya da "komünist" partilerdeki dostlarla bir araya gelince, onlara parti olarak ne yaptıklarını soruyorum. Yanıt olarak kendi içlerindeki sorunları anlatmakla yetiniyorlar. Oysa sokakta işçiler, kendi sendikalarının kıytırıklığına bile tahammül edemiyorlar, madenci neredeyse kazmasını küreğini omuzlayıp, Ankara'yı basacak. Onlar hala, yok "Marksizm'in yenilenmeye ihtiyacı var", yok "artık sosyalizmi gözden geçirmek lazım", falan filan. Oysa hani bu iş, işçi sınıfının ayaklanmasıyla, gündeme getirdiği ekonomik taleplerinin komünist bir parti önderliğinde daha ileri götürülmesiyle olacaktı. Oysa bugün sosyalizmin Allahı ayakta. Onlar hala mırın kırın ediyorlar.
İşte örgüt burada ortaya çıkıyor. Bir parti, kendi iç sorunlarını yaslandığı sınıfın mücadelesi içinde çözdüğü zaman partidir. Yoksa rahmetli dedemin deyimiyle orası "Havanda Su Dövme Kulübü"dür.
Eğer bir örgüt burjuvaziye karşı savaşıyorsa öncelikle ideolojik olarak onun hegemonyasından, burjuvazinin onu içine çekmek istediği uyuşukluktan kurtulması gerekiyor.
İnsanların "ne yapıyorsunuz?" sorusunu kendi iç sorunlarını (öyle sorunların olup olmadığı da pek belli değil ya) anlatarak yanıt veren "sosyalist" partilere ben, düzen içi partiler diyorum. Sanırım aklı başında herkes böyle der.
Kısaca şunu söylemek istiyorum: Bazı örgütlerin, "Toplu Seks Örgü tü"nden daha işlevsel kılacak bazı değerlere şiddetle ihtiyacı var. Sokaklarda gördüklerim beni yanıltmıyorsa "donsuzlar" da aynı şeyi istiyorlar.
GERÇEK 1993 / 18
Örgütsüzlüğün örgütleri
|
Dünya
Partiler, sendikalar, birlikler, dernekler, vakıflar... Türkiye, görünüşte örgütlü bir toplum; ama herkes örgütsüzlükten yakınıyor, düzen içi örgütler sorgulanıyor.


Türk Sanat Müziği
Daha fazlasi için
Mesleğe Adım Adım
Daha fazlasi için
İstekler Programı
Daha fazlasi için